25 Nisan 2016 Pazartesi

VİCDAN

Herkese, her şeye rağmen dünyada iyi birileri de olabileceğine inanmak istiyor insan. Her seferinde bencillikle, hırsla, kötülükle, sadece kendini düşünenlerle karşılaşsan bile, içinde hep bundan sonra böyle olmayacak; Çünkü iyi insanlar da var diye geçiriyorsun. Böyle düşünmek istiyorsun. Ne kadar kimseye güvenmeyeceğim desende içinde bir yerlerde hep o güvenme isteği oluyor. 

Kimse biz değil. Bizim gibi olamaz. Bizim gibi düşünemez. Herkes farklı bir birey. Farklı zevkleri, farklı kafa yapıları, farklı düşünceleri var. Ama özünde herkes insan. İnsan olmalı. Nasıl oluyor da bu kadar acımasız olunabiliyor. Kolay kalp kırabiliyorlar. Vicdan denen şey altı harfli bir kelime mi sadece? Birini en ufak bir rahatsızlık duymadan, sadece kendini düşünerek nasıl ezip  geçebiliyorlar ki. 

Anlamadım, anlamayacağım. 

Biz ne zaman bu hale geldik. Hep mi böyleydik. Bu kadar merhametsiz...

Bir dakika sonrasında nefes alabileceğimiz bile meçhulken, bir sonraki adımı atabilecek miyiz onu bile bilmiyorken nasıl bu kadar acımasız olabiliyoruz. 

Elbette kendini düşünmeli insan, değerli olduğunu bilmeli. Kendine has olduğunu, tek olduğunu... Ama saygı duymalı. Özgürlüğü başka birinin özgürlüğüne müdahale etme hakkı vermemeli. Kendi gibi düşünmedi diye karşısındakinin de insan olduğunu unutmamalı. 

Yine de insan doğasında var güvenme isteği. Ne olursa olsun. Ne yaşarsa yaşasın. Gelen yeni bir günle, yeni insanlarla bu istek de yenileniyor. Belki daha çok temkinli oluyorsun ama o istek mutlaka içinde bir yerlerde oluyor. 

Ne diyelim ki. Söz bitiyor bazen, söyleyecek çok şeyin olduğunu hissetsen de. Dile getirmeye gerek olmadığını düşünüyor ve susuyorsun. 

12 Nisan 2016 Salı

ÇÜNKÜ ASLINDA İNSAN EN ÇOK BİLMEDİĞİNDEN KORKAR!

Hepimizin korkuları var. Kimi yaşanmışlıkların üzerine gelen, kimi nedensiz… Nedensiz dedim de nedensiz korku var mı sahiden? Nedensiz değil de yaşanmamışlıkların üzerine gelen korkular var aslında. İnsan yaşadığından ağzı yanıp, tekrar aynısını yaşayacağından korkar bazen, ama bazen de yaşamadığından korkar. Çünkü aslında insan en çok bilmediğinden korkar…
Bunun sonrası da kaçış aşaması… Derin bir bilinmezlik, büyük bir korku ve kaçış…

Korkulara değince ipin ucu sözü çok fazla uzatmak istemiyor insan. Bilinmezden korkuyor ama bilmeye de yanaşmıyor… Ne olacak peki bu işin sonu? Ya korkmaya ve kaçmaya devam. Riske girmeden, düşünmeden devam etmek… Ya da cesur olmak, karar vermek ve göze almak… İşte bu seçim tamamen size ait. Temkin her zaman iyidir, elden bırakmamak lazım. Ama ne olacağını yaşayıp görmek de en güzeli. Yeter ki değerlerimizi hiçe saymayalım. Karakter sağlamsa, duruşunuz varsa göze alın adım atmayı. Öğrenmeye karar verin bakalım bilmediklerinizi. Belki de ne kadar boşa olduğunu anlayacaksınız korkularınızın. Ve gülüp geçeceksiniz o günlere…

7 Nisan 2016 Perşembe

MİLAT


Herkesin hayatında bir milat var, doğum dışında. Yaşadıklarının, gözlemlediklerinin ama en çok da hayatındaki olumsuzlukların neden olduğu. Şairlerin deyimi ile acılar neden olur bu milatlara.
Hani üzülürsün ya, canın sıkılır, kederlenirsin. Yapayalnız hissedersin kendini. Ya da çok güvenirsin birine veya birilerine ama can evinden vurmuştur seni. Değer verirsin ama aslında aynı değeri görmemişsindir. Bunu anlarsın mesela. Çok seversin kendini unutacak kadar çok… Sonra bir bakarsın aslında hiç hatırlanmamışsın. Evlenirsin belki binbir hayalle, bakarsın ki yıkılmış hayallerin. Aynı yastığı paylaştığın insan aslında hiç birşeyi paylaşmamış seninle. Belki de çocukların olur. Kendini adarsın, hayatını adarsın, sonra gün gelir; gelmez bir ses, hani ne haldesin o bile sorulmaz. Ya da çalışırsın, kendi işin gibi çok çalışırsın. Sonra ufacık bir hamle ile bütün emeklerin hiç edilir. Düşünülmez ne halde olduğun…
İşte tam da bu noktalar bahsi geçen miladın başlangıç noktaları. Noktaları diyorum, çünkü başlanıp başlanmaması, yaşayanın cesaretine bağlı. Olabilecek, başımıza gelebilecek daha bir sürü olay olabilir. Artık yeter diyebileceğimiz. Aslında meselenin özüne baktığımızda bunların nedeni de biziz belki. Bütün bunların ortak noktası kendimizi ikinci plana atmamız ve bizi üzecek olan o kişiyi, o olayı, o, o, o, o neyse işte. Onu ön plana hatta hayatımızın temeline oturtmamız. Geçenlerde bir yazar yazmış. Okumuştum. “Sen önce kendin olmazsan Hiç kimseye faydan olmaz, Sen sen olmazsın…” demiş. Ne de güzel demiş. Hani demiştim ya Milat! O milat bu kuralla başlamalı. Önce kendimiz olmalıyız. Bu asla bir bencillik durumu değil. Bencil insan başkalarının hakkını hiçe sayar çünkü, kendi dışında kime ne olduğunun önemi yoktur. Buradaki mevzu kendine bencil olmaman… Belki de en çok kendimize benciliz biz çünkü…
Öyle bir milat olsun ki bu! Umutsuzluk olmasın, kötülerin varlığını bilerek, iyiyi yaşamaya çalışmak mesela. Kendi mutluluğunu da önemseyerek, başkaları mutsuz olmasın diye kendini mutsuz ederek değil. İnanarak, severek ama koşulsuz değil. Herkesi, herşeyi, sana ihtiyacı olanları hatırlayarak, ama kendini unutarak değil. Öyle bir milat olsun ki, kimsenin özgürlüğünü kısıtlamadan, alanlarına müdahale etmeden ama kendi alanını koruyarak, özgürce yaşadığın.
Milat... Baştan başlamak zor olmamalı. Bu yaşla, şartlarla imkanlarla ilgili değil. Sadece cesaret meselesi. Ne demişler. “Hayatım altüst olur diye korkma. Nerden biliyorsun hayatının altının üstünden iyi olmayacağını…” Eğer çok mutsuzsan, acı çekiyorsan sürekli, haketmediğin şeyler yaşıyorsan ya da, vakti gelmiş demektir. HADİ BİRAZ CESARET! SEN ÖNCE SEN OL, ÖNCE SENİ DİNLE, ÖNCE SENİ YAŞA… BİR DE BÖYLE DENE BAKALIM, NE KAYBEDERSİN?